Tuesday 25 December 2007

DaDADAdadAdADaDadAdadaDAdaDaDa

Perhaps Strange
Kurt Schwitters

The world is full of goods trains
The passengers are cows
And milk and butter.
And cheese and lovely marmelade
And bulls and horses,
And cocks and hens.
The cow is mother to the milk,
And grandma both to cheese and butter.
The cheese is cousin to the marmelade.
The horse is cousin to the cock
The hen lays eggs.
The egg is cousin to the cheese and butter,
The son and daughter of the milk.
Isn't it strange?
It is.

Wednesday 5 December 2007

The Story of Bonnie and Clyde

You've read the story of Jesse James--
Of how he lived and died;
If you're still in need
Of something to read
Here's the story of Bonnie and Clyde.

Now Bonnie and Clyde are the Barrow gang.
I'm sure you all have read
How they rob and steal
And those who squeal
Are usually found dying or dead.

There's lots of untruths to these write-ups;
They're not so ruthless as that;
Their nature is raw;
They hate the law--
The stool pigeons, spotters, and rats.

They call them cold-blooded killers;
They say they are heartless and mean;
But I say this with pride,
That I once knew Clyde
When he was honest and upright and clean.

But the laws fooled around,
Kept taking him down
And locking him up in a cell,
Till he said to me,
"I'll never be free,
So I'll meet a few of them in hell."

The road was so dimly lighted;
There were no highway signs to guide;
But they made up their minds
If all roads were blind,
They wouldn't give up till they died.

The road gets dimmer and dimmer;
Sometimes you can hardly see;
But it's fight, man to man,
And do all you can,
For they know they can never be free.

From heart-break some people have suffered;
From weariness some people have died;
But take it all in all,
Our troubles are small
Till we get like Bonnie and Clyde.

If a policeman is killed in Dallas,
And they have no clue or guide;
If they can't find a fiend,
They just wipe their slate clean
And hang it on Bonnie and Clyde.

There's two crimes committed in America
Not accredited to the Barrow mob;
They had no hand
In the kidnap demand,
Nor the Kansas City Depot job.

A newsboy once said to his buddy:
"I wish old Clyde would get jumped;
In these awful hard times
We'd make a few dimes
If five or six cops would get bumped."

The police haven't got the report yet,
But Clyde called me up today;
He said, "Don't start any fights--
We aren't working nights--
We're joining the NRA."

From Irving to West Dallas viaduct
Is known as the Great Divide,
Where the women are kin,
And the men are men,
And they won't "stool" on Bonnie and Clyde.

If they try to act like citizens
And rent them a nice little flat,
About the third night
They're invited to fight
By a sub-gun's rat-tat-tat.

They don't think they're too smart or desperate,
They know that the law always wins;
They've been shot at before,
But they do not ignore
That death is the wages of sin.

Some day they'll go down together;
They'll bury them side by side;
To few it'll be grief--
To the law a relief--
But it's death for Bonnie and Clyde.

Bonnie Parker, 1934


Thursday 29 November 2007

Wednesday 28 November 2007

The Passenger

Fildişi kapılarından geçen rüyalar yalandır, hiledir, sanıdır. Diğeri, ancak gerçeği kabul eder.

Rüyalar hakkındaki en güzel şey, anlık olmalarıdır.
Bir rüya sadece bir kez görülür ve sonra, unutulur. Onlara değer veren de budur, o ana ait olmaları, kayganlıkları, elle tutulamazlıkları... Ama eğer hatırlarsan, bir parçasını bile, değerlidir. Unutulabilir, her an tekrar kaybedilebilir, küçük, kırılgan bir parça...

Bir yolcuyum. Rüyalarınıza doğru hareket ediyorum. Rüyalarınıza biniyorum.
Manhattan'da çelik perçinli, pamuk şeker gibi kokan bir ejderhaya biniyorum. Kısacası otobüsle yolculuk ediyorum. Yeni yolcuyu fark etmeyen bir çift var arka koltukta. Önde oturuyorum ve şoförle sohbet ediyorum. Delawate Eyaleti'ne yaklaşırken, rüya sahibi, küçük sabırsız bir köpek, çoktan unutulmuş geçmiş bir yaşamda meçhul istikametlere yelken açtığı seferleri görüyor rüyasında. Okyanusun tuzlu dalga serpintileri yüzümü acıtıyor.
Rüyalarda ilerliyorum. Matthew'a yaklaşırken mücevheri hissediyorum.

Uyuyan çocuklarım. Rüyanızın içinde bir yolcunuz oldu ve siz, bunu asla bilmediniz.

dream
"...Ve ancak O'nun rüyalarının bir parçası olduğunda bilirsin ki, artık gerçek değilsindir."

Çok uzun boylu, çok güzel ve çok mesafeliydi. ... Pelerini gece yarısının bir parçası gibi rüzgarda uçuşuyor ve gözleri ikiz yıldızlar gibi parlıyordu. Dünyayı dolduruyor gibiydi.

Friday 2 November 2007

Gecikmiş Halloweenler!


The Dream

In visions of the dark night
I have dreamed of joy departed-
But a waking dream of life and light
Hath left me broken-hearted.

Ah! what is not a dream by day
To him whose eyes are cast
On things around him with a ray
Turned back upon the past?

That holy dream- that holy dream,
While all the world were chiding,
Hath cheered me as a lovely beam
A lonely spirit guiding.

What though that light, thro' storm and night,
So trembled from afar-
What could there be more purely bright
In Truth's day-star?
Edgar Allan Poe

Friday 26 October 2007

Macrander Hotels

Almanya'da geçenlerde Macrander Hotels adındaki bir oteller zincirinin NPD'ye gönderdiği mektup:
(NPD = Nationaldemokratische Partei Deutschlands = Alman Ulusal-demokratik Parti = Naziler)

NPD Fraksiyonu, Sachsen Eyalet Meclisi
Herren H. Apfel und A. Delle
xxxxxxxxxxxxxxxxstrasse 1
01067 Dresden

Holiday Inn Dresden'daki rezervasyonunuz hakkında

Sayın Bay Apfel,
Sayın Bay Delle,

bugün www.hotel.de üzerinden 7 Kasım 2007 için yaptığınız rezervasyondan haber olduk ve itiraf etmeliyiz ki Amerikalı bir yatırım olan müessesemizi seçmiş olduğunuz için oldukça şaşırdık.

Müessesemizde hoş karşılanmayacağınız ve sizi konuk etmeyi meslektaşlarımdan da isteyemeyeceğim için hotel.de'den rezervasyonunuzu iptal etmelerini rica ettik.

Bu sözleşme sebebiyle mümkün olmazsa, müessesemize kazandıracağınız parayı dolaysız olarak Dresden sinagoglarına bağışlayacağımı bilmenizi isterim. Bunu lütfen, geçmişteki ideolojik yoldaşlarınızın daha önceki ziyaretlerinde sinegoglara verdiği hasarı biraz olsun kapatmak adına yapılmış küçük bir jest olarak görün.

Bu mektubun bir kopyası Dresden Basını'na gönderilecektir.

Kendinize uygun bir konaklama yeri bulmanız ve ziyaretinizi bizden esirgemeniz umuduyla,


en içten dileklerimle,
MACRANDER HOTELS GmbH & Co. KG

Genel Müdür

kaynak: virtualunreality.blogspot.com
ve onun kaynağı: nerdcore.de

The Color of Trust

Bana güvenini ver, dedi Aes Sedai,
Omuzlarımda gökleri taşıyayım.
Güven ki en iyisini bileyim ve yapayım,
Ki diğerlerine de göz kulak olayım.
Ama güven büyüyen kara tohum rengidir.
Güven akan yürek kanı rengidir
Güven ruhun son nefesinin rengidir.
Güven ölüm rengidir.

Bana güvenini ver, dedi kraliçe tahtına,
Çünkü tüm yükü tek başıma taşımalıyım
Güven ki yöneteyim, yargılayayım ve hükmedeyim,
Ve kimse düşünmesin kandırıldığını.
Ama güven mezar köpeğinin havlama sesidir.
Güven karanlıkta ihanetin sesidir.
Güven ruhun son nefesinin sesidir.
Güven ölüm sesidir.

Sunday 21 October 2007

Subterranean Homesick Blues



Johnny bodrumda
İlacını karıştırıyor
Ben kaldırımda oturmuş
Devlet hakkında düşünüyorum
Yağmurluğunun içindeki adam
Çıkar yaka kartını, işten atıldın
Fena öksürüyorum diyor
Borçlarının ödenmesini istiyor
Dikat et evlar
Bir şeyler yaptın
Tanrı bilir ne zaman
Ama yine yapacaksın
İyisi mi pasaja dal
Yeni bi arkadaş bul
Rakun derisi başlıklı adam
Koca hücresinde
11 dolarlık fatura kesiyor
Sende sadece 10 dolar var

Maggie geliyor koşarayak
Yüzü siyah isle kaplı
Diyor ki kaloriferden olmuş
Yatakta bitkiler ama
Telefon yine de kaçak
Maggie diyor ki, herkes
Mayıs başı baskın yapalım diyormuş
DA'nın emirleri
Dikkat et evlat
N'apmış olursan ol
Parmak uçlarında yürü
Kafein tabletleri deneme
Yangın hortumuyla dolaşanlardan
Uzak dur en iyisi
Burnunu temiz tut
Sivil polislere dikkat et
Rüzgarın ne yönde estiğini bilmek için
Meteoroloji uzmanı olmaya gerek yok

Hasta ol, iyileş
Mürekkep hokkalarında dolaş
Zili çal, söylemesi zor
Bir şey satabilir misin
Çok çalış, tutuklan
Geri gel, kör alfabesi öğren
Hapse gir, kefalet öde
Olmadı savaşa katıl
Dikkat et evlat
Vurulacaksın
Ama tüketiciler, hilekarlar
6 saatlik kaybedenler
Tiyatroların oralarda takılın
Havuzun kenarındaki kız
Başka bir enayi arıyor
Liderleri takip etmeyin
Nereye park ettiğinize dikkat edin

Yeniden doğ, kendini sıcak tut
Kısa pantolonlar, romantizm, dans etmeyi öğren
Giyin, kutsan
Başarılı olmaya çalış
Kadını tatmin et, adamı tatmin et, hediyeler al
Hırsızlık yapma, hiçbir şey aşırma
20 yıllık öğrenim hayatı sonunda
Seni sabah vardiyasına aldılar
Dikkat et evlat
Her şeyi saklı tutuyorlar
Lağımdan aşağı atlasan daha iyi
Kendine bir mum yak
Sandalet giyme
Skandalardan kaçın
Bi serseri olmak istemezsin
Sakız çiğnesen iyi edersin
Tabancan da çalışmıyor
Çünkü haydutun teki kabzasını almış.

Saturday 20 October 2007

Ejder Kehanetleri

Gölge'nin yüzüne, daha önce yeniden doğmuş olan ve sonsuza dek defalarca doğacak olan biri doğacak. Ejder yeniden doğacak ve yeniden doğuşunda haykırışlar ve diş gıcırtıları duyulacak. Ejder insanları kefen ve küllerle giydirecek ve tüm bağları kopartarak dünyayı yeniden kuracak.
Hepimizi şafak gibi körleştirip doğuracak ve Yenidendoğan Ejder, Son Savaş'ta Gölge ile yüzleşecek ve kanı bize hayat verecek. Bırakın aksın gözyaşları, ey dünyanın halkları, Kurtuluşunuz için ağlayın.
Karaethon Döngüsünden
Ejder Kehanetleri
Ve yolları çok olacak. Ve adını kim bilecek; defalarca, farklı kısveler altında doğacak aramıza, tıpkı şimdiye dek yaptığı, bundan sonra da yapacağı gibi, sonsuz zamanda. Gelişi sabahın keskin tarafı gibi olacak, yaşamlarımızı sükunet içinde yaşadığımız yerden saban izleri gibi tersyüz edecek. Bağları kıran; zincirleri ören. Gelecekleri inşa eden; kaderi çözen.

Ufkun ötesinde fırtınalar gürler, gökyüzünün ateşleri yeryüzünü kavurur...

...Yıkım olmadan kurtuluş yok ve ölümün bu yanında umut yok.

"Onun gerçek Yenidendoğan Ejder olduğunu düşünüyorlar," dedi sonunda, tiksintiyle. "Onun, Kehanetlerin söylediği gibi, her tür bağı kırdığını söylüyorlar. Erkekler lordlarını, çıraklar ustalarını terk etti. Kocalar ailelerini, kadınlar kocalarını bıraktı. Bu rüzgarla taşınan bir salgın ve sahte Ejder'den kaynaklanıyor."

Thursday 18 October 2007

Death speaks...

Samarra'da Randevu

Ölüm konuştu: Bağdat'ta yaşayan bir tüccar, bir gün hizmetkarını erzak almak için pazara göndermiş. Hizmetkar kısa bir süre sonra, bembeyaz bir yüzle tir tir titreyerek geri dönmüş.
"Efendim," demiş, "bugün pazara gittiğimde bir kadın tarafından dürtüklendim. Döndüğümde, onun Ölüm olduğunu gördüm. Bana baktı ve tehditkar bir ifadeyle elini salladı; o yüzden hemen bana bir at ödünç ver de, bu şehirden uzaklaşıp kaderimden kaçayım. Ölüm'ün beni bulamayacağı bir yere, Samarra'ya gideyim."
Tüccar ona atını vermiş ve hizmetkarı eyere atlayıp topuklarını atın böğrüne geçirerek atın gidebildiğince hızla, dörtnala oradan uzaklaşmış.
Sonra tüccarın kendisi pazara gitti ve orada beni gördü. Yanıma geldi ve dedi ki, "Neden bu sabah hizmetkarımı gördüğünde tehditkarca elini salladın?"

"O tehditkar bir hareket değildi ki," dedim ben de, "şaşkın bir hareketti. Onu Bağdat'ta gördüğüme şaşırdım, çünkü onunla bu gece Samarra'da bir randevum vardı."
W. Somerset Maugham
1933

Death is not the problem. What you think of death is the problem.

Sunday 14 October 2007

Google Tanrı mı?

"The Church of Google" adı altında toplanan bir grup genç, Google'ı yeni tanrıları ilan ettiler. Kendilerine "Googlist" diyen bu topluluk, şu ana kadar tanrı tanımına en uygun varlığın Google olduğunu ileri sürüyorlar.
Google'ın tanrı olduğunu 9 adımda şöyle kanıtlıyorlar:
#1: Google şimdiye kadar 'her şeyi bilen' bir varlığa en yakın şeydir ve bu bilimsel olarak kanıtlanabilir. Kendisine kayıtlı 9,5 milyar internet sitesiyle tüm diğer arama motorlarından daha üstündür. Ayrıca biglileri üstün PageRank özelliğiyle dizer ve biz ölümlüler için hazmedilebilir hale getirir.
#2: Google her yerdedir. Google aynı anda dünyanın her yerinde olabilir ve onunla her yerden bağlantı kurulabilir.
#3: Google dualara cevap verir. Arama motorunu kullanarak sorulara cevap bulabilir, O'na sorun, size cevabını verir, yolu gösterir; ama bundan sonrası size kalmıştır.
#4: Google potensiyal olarak ölümsüzdür.
#5: Google sonsuzdur. İnternet teorik olarak sonsuza kadar büyüyebilir ve böylece Google da sonsuza kadar büyüyebilir.
#6: Google her şeyi hatırlar. Google'ın önbelleği internetteki düşüncelerinizi ve söylediklerinizi sonsuza kadar kaydedebilir. Siz ölseniz bile, önbelleğe kayıtlı olanlar kalır ve böylece bir tür ahiret hayatı oluşturur.
#7: Google 'kötü yola düşemez'. Google'ın şirket felsefesi kötülük yapmadan para kazanabileceğini söyler.
#8: Google Trend'lere göre 'Google' kelimesi 'Tanrı', 'Allah', 'İsa', 'Buddha', 'İslam', 'Hıristiyanlık', 'Budizm' ve 'Musevilik' kelimelerinin toplamından daha fazla aranmıştır. İstatistik olarak görmek için buraya tıklayın.
#9: Google'ın varlığı tartışılmaz bir gerçektir. Google'ın varlığı şu ana kadar var olan tüm tanrıların varlığından daha kanıtlanabilirdir. Google tam burdadır. Kendiniz de gidip onun kutsal varlığına tanık olabilirsiniz, inanç gerekli değildir.

Bu grup hakkında daha fazla bilgi için yandaki resme tıklayın.
Eğer tanrının varlığıyla ilgili ya da bu dinin saçmalığıyla ilgili söyleyecekleriniz varsa buraya tıklayın.
İngilizce bilmeniz cevap alma ihtimallerinizi arttırabilir, ancak ciddiye alınma ihtimalinizi arttıracağından şüpheliyim.

Friday 28 September 2007

The Pretender

Ben kafanın içindeki sesim
Dinlemeyi reddettiğin
Ben yüzleşmek zorunda kaldığın yüzüm

Yüzüne yansımış

Ben geriye kalanım, doğru olanım

Ben düşmanınım

Ben seni dizlerinin üzerine çökerticek elim


Peki ya sen kimsin?

Ya diğerleri gibi olmadığımı söylersem?
Senin oyuncaklarından biri olmadığımı söylersem?
Numara yapan sensin
Ya asla pes etmeyeceğimi söylersem?

"Orada yukarda, kuzey batıda Rhein nehri akıyor ve efsane der ki Loreley (ölüm perisi) orada oturup ölüm getiren şarkılarını söylemiştir. Ama bugün orada çok daha ölümcül bir müzik olacak."
WE'RE GONNA ROCK AROUND THE CLOCK TONIGHT!

Wednesday 26 September 2007

Illuminatus memos

Beyaz adamın ülkesinde ben, aşağılıklardan daha aşağıyım; beyaz olmadığım için düşüğüm ve erkek olmadığım için tekrar düşüğüm. Ben dışlanmışlığın ve küçümsenmişliğin bedene bürünmüş haliyim -kadın olanım, renkli olanım, kabilesi olanım, toprakla bir olanım- beyazların teknoloji dünyasında yeri olmayan her şeyin bedenleşmiş haliyim. Ben, havayı kirleten fabrikanın kurulması için yer açılsın diye kesilen ağacım. Ben, atıklarla dolu nehirim. Ben, ruhu küçümseyen bedenim. Ben aşağılıklardan daha aşağıyım, ayaklarının altındaki pisliğim. Ama yine de John Dillinger beni karısı olarak aldı. Derinliklerime indi. Onun geliniydim; ama beyaz adamların kiliselerinde ve devletlerinde olduğu gib değil, dürüstlükle evliydik. Ağacın toprakla, dağın gökle, güneşin ayla evli olması gibi. Başımı göğsüne yaslar, saçlarıyla oynardım ve ona 'Johnnie' derdim. O bir erkekten fazlasıydı. Delirmişti, ama kabilesini bırakıp itilip kakılmak üzere düşmanıyla yaşamaya giden bir adamın delirmesi gibi değil. Asla kanca yaşamayı öğrenmemiş olan beyaz adamın delirdiği gibi deli değildi. Bir Tanrı'nın delirebileceği gibi deliydi. Ve şimdi bana onun öldüğünü söylüyorlar. "Ee?" diyor görevli, "bir şey söylemeyecek misiniz? Siz kızılderililer insan mısınız ki?". Gözlerinde kötü bir bakış var, çıngıraklı bir yılanın bakışları. Ağladığımı görmek istiyor. Orada durmuş, parmaklıkların arasından bana bakıp bekliyor. "Hiç mi duyguların yok? Bir hayvandan farkın var mı gerçekten?" Bir şey söylemiyorum. İfademi değiştirmiyorum. Bir beyaz asla bir Menominee'nin gözyaşlarını görmeyecek. Bakışlarımı görevliden koparıp yıldızlara dönüyorum, bugün çok daha uzak görünüyorlar. Uzak ve boş. Derinliklerimde büyük bir boşluk hissediyorum şimdi. Bir ağacı topraktan kopardığınızda, toprak da böyle hissediyor olmalı. Toprak da benim gibi sessizce haykırıyor.
Illuminatus!
Eye Of The Pyramid
Robert Shea & Robert A. Wilson

Friday 21 September 2007

Dada siegt!

Parade Amoureuse
Francis Picabia

Pink
Hannah Hoech

Mile of String
Marcel Duchamp

Adolf the Superman
John Heartfield (1891 - 1968)

Electricity
Man Ray

Kleine Dada Soirée
Kurt Schwitters, Theo van Doesburg

Tuesday 18 September 2007

Tanrı'ya dava açan adam

Eyalet Senatörü Ernie Chambers, Douglas bölge Mahkemesi'nde Tanrı'dan 'korku ve terör yaydığı' gerekçesiyle davacı oldu. Chambers, açtığı davada, “davalıdan, zararlı faaliyetler ve terör tehditlerine bir son vermesinin istenmesini” talep etti. Halkın oylarıyla seçildiğini hatırlatan Chambers, davalının, doğrudan veya dolaylı olarak, seller, depremler, kasırgalar, hortumlar ve salgın hastalıklara yol açtığını kaydetti ve davalının heryerde ve Douglas Bölgesi'nde de var olduğunu belirtti.

(kaynak: Hürriyet)

Saturday 15 September 2007

The Dispossessed

"Anarres'te hiçbir şey güzel değildir, yalnız yüzler güzeldir. Diğer yüzler, erkek ve kadın yüzleri. Bizim onlardan başka bir şeyimiz yok, birbirimizden başka bir şeyimiz yok. Burada siz mücevherleri görüyorsunuz, orada gözleri görürsünüz. Gözlerde de görkemi, insan ruhunun görkemini görürsünüz. Çünkü bizim erkeklerimiz ve kadınlarımız özgürdür, hiçbir şeye sahip olmadıkları için özgürdürler. Siz sahipler ise sahiplisiniz. Hepiniz hapistesiniz. Herkes yalnız, tek başına, sahip olduğu yığınla birlikte. Hapiste yaşıyor, hapiste ölüyorsunuz. Gözlerinizde görebildiğim yalnızca bu -duvar, duvar!"

"Bir mezartaşının üzerinde oturup, hayata bakıp 'Ne güzel!' demeye yokum!"

Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendiniz vermeniz gerekir.
Devrimi satın alamazsınız.
Devrimi yapamazsınız.
Devrim olabilirsiniz ancak.
Devrim ya ruhunuzdadır, ya da hiçbir yerde değildir.

Askerler geldiklerinde, ölü ve ölmekte olan erkek ve kadınların arasından, düzgün siyah giysileri içinde merdivenlerden çıktıklarında, büyük fuayenin yüksek, gri, parlak duvarının üstünde, bir adam boyu yükseklikte, geniş kan lekeleriyle yazılmış bir sözcük buldular: KAHROLSUN.

Wednesday 12 September 2007

Jazz isst besser

Die Ärzte, (die beste Band der Welt) Kasım ayında ne hakkında olduğu henüz belirsiz konsept albümünü çıkarıcak.
Grup hakkında bilgisiz olanlar için kısa bi açıklama gerekli olabilir: Die Ärzte satanizmin yeni bi kolu olan Alman bir müzik grubudur. Hayranlarının (yani tarikat üyelerinin) gruba bağlılıklarını kanıtlamaları için ruhlarını Bela B.'ye, beyinlerini Farin Urlaub'a ve vücutlarını da Rodrigo Gonzalez'e satmaları gerekmektedir. Dinin esasları kısaca şöyle sıralanabilir:
+Her kadın (= yetişkin erkeğin zıddı, yetişkin dişi olan insan) konserlere en az bir adet sütyen getirip bunu törensel bi şekilde gruba kurban etmelidir.
+Her gün kahvaltıdan önce bir şişe Underberg veya kişinin antialkolik olması durumu halinde bir bardak süt tüketilmelidir.
+İstek parça olarak asla -ama ASLA- Paul der Bademeister adlı şarkı istenmemelidir.
+Die Prinzen adlı Alman pop grubunu açıkça sevmek, sevdiğini çaktırmak, şarkılarına orjinal sözleriyle eşlik etmek, o gruba para kazandıracak herhangi bir eylemde bulunmak büyük günahtır.

Albüm konusuna geri dönmek gerekirse ilk single olan Junge (oğlan/oğlum) şarkısının kendisi, sözleri ve sözlerinin çevirisi aşağıda verilmiştir:



Oğlum
Neden hiç ders çalışmadın?
Dieter'a baksana!
Onun bi arabası bile var
Neden Werner Amca'nın atölyesine gitmiyosun?
O sana kesin iş verir
Eğer ondan istersen

Oğlum
Şu kılık kıyafetine bi bak!
Pantolonunda delikler
Ve sürekli bu gürültü!
(Komşular ne diyecek?)
Ve sonra bi de saçların
Ne söyleyeceğimi bilmiyorum
Onları boyamak zorunda mısın?
(Komşular ne diyecek?)
Asla eve gelmiyosun
Seninle napıcamızı bilmiyoruz

Oğlum
Annenin kalbini kırma
Henüz çok geç diil
Hala üniversiteye yazılabilirsin
Eskiden hayvanları ne kadar severdin
Bu tam sana göre olmaz mıydı
Kendine ait bi muayenehane?

Oğlum
Şu kılık kıyafetine bi bak!
Burnunda delikler
Ve sürekli şu gürültü!
(Komşular ne diyecek?)
Elektronik gitarlar
ve aptal aptal sözler
Bunu kim dinlemek ister ki?
(Komşular ne diyecek?)
Asla eve gelmiyosun
Bu kadar kötü ilişkiler
Sana beş kuruş para bırakmicaz!
(Maliye Bakanlığı ne diyecek?)
Bunun sonu nereye varıcak?
Senin için endişelendiğimizi anlasana

Ve o kadar tatlı bi çocuktun ki...
O kadar tatlıydın ki...

Ve şu arkadaşların yok mu!
Hepsi uyuşturucu kullanıyo!
Ve sürekli bu gürültü
(Komşular ne diyecek?)
Geleceğini düşün
Aileni düşün
Ölmemizi mi istiyosun??




Wednesday 5 September 2007

Half Jack

Yarı suyun altında
Yarı annemin kızıyım

Tartışmaya açık bir parça

Koleksiyonun tamamı

İstedikleri yarı fiyatına
Hastalıklı şöhrete
sahip evin yarı yolundayım

Yarı kazara
Yarı acıklı enstrümantal

Düşünecek çok şeyim var
Şaka mı yaptıklarını sanıyosunuz?

Gidip onu kışkırtmalısınız

Sanırım öğrenmenin tam zamanı

Yarı biyoloji, yarı ters gitmiş plastik cerrahi

Burada fazla kalır
san komik bi şeyler olduğunu fark ediceksin
Uzun zaman önce kara bir deliğin içindeydim
Engellemek için hapların olmadığı zamanlarda
Yarı Jill'im
Yarı Jack


İki yarım eşittir
İki şeytanın arasına bi haç

Gıpta edilecek bir parça değil

Ama eğer dinlersen

Yarımlar ve yarım olmayanlar
Arasındaki farkı anlarsın


Ama onu içeri aldığımda ilmiklerimin

Hastalandığını hissediyorum

Onu içimden temizleyip atmak istiyorum
Ama dedikleri gibi 'kan daha yoğundur'


Yüzümde annemi görüyorum
Ama sadece yolculuk ettiğimde

Koşabildiğim kadar hızlı koşuyorum

Ama Jack tökezleyerek peşimden geliyor

Ve eğer yeteri kadar cesur olursam

Onu atmanın bir yolunu bulurum

Ve o kadar uçuyorum ki
Ne sen ne de tüm sevgin beni indirebilir

83üne geldiğinde bile sihirli kelimeleri bulamadı

Bu gerçeği değiştirecek:

Yarı Jill'im

Yarı Jack


Eve giden yolu yarıladım
Yarı umutluyum

Bi çözüm yolunun bulunacağına dair
Çünkü bu kalabalıkla başa çıkabilecek kadar güçlü değilim

Beni yok edebilir

Ama vücudumu kurban etmeye hazırım

Eğer Jack parçamı içimden çıkarabilseydi!





**Bazı şeyleri açıklaması için: şarkıyı Amanda babası için yazdı

Monday 27 August 2007

Anka Kuşu'nun Efsanesi

Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı`nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş...
Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.
Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.
Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş.

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;

Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyler yüzünden kafese kapatılırmış);
Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış;
Baykuş yıkıntılarını özlemiş,
Balıkçıl kuşu bataklığını...
Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi “şaşkınlık” ve sonuncusu Yedinci Vadi “yok oluş” ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş… Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış. Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki; “SİMURG ANKA – Otuz Kuş” demekmiş.
Onların hepsi Simurg’muş. Her biri de Simurg’muş.

Simurg Anka’yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça bataklığımızda, yıkıntılarımızda ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.

Sunday 26 August 2007

Einfach abhaun, einfach gehn


Nasıl anlatabilirim ki?
Denediğimde tekrar sırtını dönüyor
Hep aynısı
Hep aynı eski hikaye
Konuşabildiğim andan itibaren
Dinlemem buyuruldu
Artık bir yol var
Ve biliyorum ki uzaklara gitmeliyim

Tüm ağladığım zamanlarda
Bildiğim şeyleri içimde tutarak...
Zor olduğunu biliyorum
Ama görmezden gelmesi daha da zor
Haklı olsalardı katılırdım
Ama biliyolar ki sorun onlar,
Ben değil
Artık bir yol var ve biliyorum ki gitmeliyim
Uzaklara gitmeliyim

THERE'S NO HOME FOR YOU HERE, GIRL, GO AWAY
THERE'S NO HOME FOR YOU HERE






Freiheit, freiheit
Ist die Einzige die fehlt






"Hayat e
tli türlü gibidir. Sık sık karıştırmak gerekir yoksa tüm köpük yüzeye çıkar" -Ağaçkakan

Gülümsediğimde gerçek bi gülümsemeyim
Hayallerim var, bir ülke kadar geniş
Dedim ki, şimdi başa çıkabilirim
Senin için daha iyi olur
Bi şekilde üstesinden geliriz,
Çünkü yaptığımız şey bu

Dışarda bi şeyler
Sevginin tek dostun olduğu yerde

Ve biz kendini iyi hissetmeni sağlayanlarız

Esirgenecek biri

Sevgi tek çıkış yolu olduğunda
Ve biz kendini iyi hissetmeni sağlayanlarız

Wednesday 22 August 2007

Hoist The Colors

Kral ve adamları
Kraliçeyi yatağından çaldı
Ve kemiklerine bağladılar onu.
Denizler bizimdir
Ve güçler adına

Dolaşıcağımız yerlerde dolaşırız


Yo, ho, hep beraber çekin
Çekin bayrakları göklere

İleri, ho, hırsızlar ve dilenciler

Bizler asla ölmeyelim


Bazı adamlar öldü

Bazıları hayatta kaldı

Ve diğerleri denizlerde yol alırlar hala

Kafesin anahtarıyla

Ve şeytana olan borcumuzla
Fiddler'ın Yeşilliği'ne yol alırız


Çan çalındı
sulu mezarında...
Ölümcül sesini duyuyor musun?

Biz bir çağrıyız herkese

Fırtınaya kulak verin
ve yelkenlerinizi eve çevirin!

Yo, ho, hep beraber çekin

Çekin bayrakları göklere

İleri, ho, hırsızlar ve dilenciler

Bizler asla ölmeyelim



-------------------------------------------------------

We're rascals, scoundrels, villains and knaves
Drink up me hearties, yo ho!
We're devils, black sheep, really bad eggs
Drink up me hearties, yo ho!

Yo ho, yo ho, a pirates life for me!

Monday 20 August 2007

Kayıp kuşağa aitim...

"İçkiler, bizim içkilerimiz. Üzerinde biraların sallanmasını engelleyen matı olan masa, bizim masamız. Bizim dart tahtamız ve şurdakiler, bizim çemberlerimiz"
Ayağını yere vurdu.
"Halısı olmayan yer, bizim yerimiz. Tüm yayları çıkmış kıçımıza giren sandalyeler de bizim sandalyelerimiz. Biz buraya aitiz Bimbo," dedi Bertie.
Ve şurdaki züppe götoğlanları yukarı çıkıp 'Lounge'da kalmalı, siktiğimin ait oldukları yerde!"

Tüm güzeller ve mükemmeller
Burası onların bölgesi değil
Milyonerler ve mimarlar
Hiçbiri bugün burda değil
Onlar yerine beni dene

Birbirimizi bir ömürdür tanıyoruz
Henüz çocukken sarılırdım sana
Seninle yılları saydım
Rüyalarınla oynadım
Yollarını ben seçtim
Ben senin şansınım ve lanetinim
Nerdeyse seni çılgına çevirdim
Yine de hep bana inandın

Ben içindeki hasretim
Ben içindeki hasretim

Ne zaman yanında olsam
Her şeyi sadece benim için yaptın
Seni yanlış yönlendirdim
Verdiğim sözler çoğu zaman boştu
Benim yüzümden öfkeden ağladın
Benim yüzümden kendi kendinin düşmanı oldun
Benim suçumdu, yapabileceğin bi şey yoktu
Ben içindeki umudum ve benimle ölüyorsun

Ben içindeki hasretim
Ben içindeki hasretim
Ben içindeki hasretim ve benimle öleceksin

İşte... Görüyor musunuz? İfadesiz, umursamaz yüzlerinde
numaralarla duruyorlar. Minyatür Nuremberg, boyanmış,
ahşap adamlarına oluşturduğu saflar.
Zavallı şeyler.
Zavallı domino taşları.
Önemsiz imparatorluğunuzu kurmak çok uzun zaman
aldı. Şimdi, tarihin bir fiskesiyle...
...yıkılıyor.
V

Thursday 9 August 2007

Pure Morning

A friend in need's a friend indeed
A friend with weed is better
A friend with breasts and all the rest
A friend who's dresed in leather
A friend in need's a friend indeed

A friend who'll tease is better

Our thoughts compressed
Which makes us blessed

And makes for stormy weather

Day's dawning, skins crawling

Pure morning

Saturday 4 August 2007

Wheel of Time

"Gölge kaybolana, su kuruyana kadar, Gölge'nin içine dişlerimizi sıkarak, son nefesimize kadar meydan okurcasına haykırmak, Son Gün'de Köreden'in yüzüne tükürmek için."

Islat mızrakları... güneş tırmanırken
Islat mızrakları... güneş batarken
Islat mızrakları... kim korkar ölümden?
Islat mızrakları... bildiğim hiç kimse!
Islat mızrakları... daha yaşam sürerken
Islat mızrakları... yaşam sona ererken
Islat mızrakları... hayat bir düştür
Islat mızrakları... tüm düşler biter
Islat mızrakları... gölge gidene kadar
Islat mızrakları... su kuruyana kadar
Islat mızrakları... evden ne kadar uzakta?
Islat mızrakları... ölene kadar!

Yeri kaplayan kara rağmen, gecenin içinde rahatça koşuyordu. Gölgelerle birdi; ormanda süzülüyordu, gözleri ay ışığı altında güneş altındaymış kadar iyi görüyordu. Soğuk bir rüzgar kürkünü karıştırıyordu. Aniden rüzgar tüylerinin diken diken olmasına sebep olan bir korku getirdi. Yüreği Hiçdoğmamışlar için duyduğu nefretten de büyük bir nefretle hızlandı. Nefret ve ölümün yaklaştığı bilgisi. Artık yapılacak seçim yoktu. Hızla ölüme doğru koştu.


Kupa kuruyana kadar şarap içeceğiz
Ve ağlamasınlar diye kızları öpeceğiz
Ve zarları atıp gideceğiz
Gölgelerin Jak'ı ile dans etmeye

Ay koştuğundan dans edeceğiz tüm gece,
Ve kızları hoplatacağız dizlerimizde,
Ve sonra siz de at süreceksiniz benimle
Gölgelerin Jak'ı ile dans etmeye

---------------------------------------------------------------------------------------------------------

Zaman Çarkı döner ve Çağlar gelip geçerek önce efsane olan, sonra solup söylenceye dönen, o Çağ tekrar geldiğinde uzun zaman önce unutulmuş olan anılar bırakır. Bazılarının Üçüncü Çağ, gelecek bir Çağ, uzun zaman önce geçmiş bir Çağ dediği Çağda, Kıyamet Dağları'nda bir rüzgar yükseldi. Rüzgar başlangıç değildi. Zaman Çarkı'nın dönüşünde ne başlangçlar, ne de sonlar vardır. Ama bu bir başlangıçtı.

Zaman Çarkı döner
Ve çağlar gelir gider
Olmuş olan, olacak olan
Ve olmakta olan
Her an Gölgenin altında ezilebilir
Bırakın EJDER bir kez daha
Zamanın rüzgarlarına binsin.