Saturday 10 May 2008

Kaçak Şeytan

Lilith narin patilerini sessizce yere vura vura ortalıkta dolanmaya başladı. Diğerleri dışarı çıkmıştı. Lilith onların o muhteşem patilerini tüylerinden geçiremeyecek olmalarına hayıflandı. Ona göre insanların en iyi tarafları patileriydi, şahane şeyler yapabiliyorlardı o patilerle. Elbette avlanmak için hiç uygun değildi o patiler, -zaten insanlar avlanamayacak kadar hantaldı- ama insanlar avlanmadan da yiyecek bir şeyler bulabiliyor gibiydiler. Yedikleri bazı şeylere bakarak hala yaşıyor olmalarına şaşırıyordu Lilith.

Koltuğun üzerinden pencere pervazından atlayıp dışarı bakmaya başladı. Güneşli bir gündü, insanların burada kalmamalarını anlayabiliyordu. Kaldığı yeri sevmediğinden değil, büyük, rahat bir evdi ve ilk geldiğinde tüm gizli köşelerini keşfetmek günlerini almıştı –hala da hoşlanıyordu bu keşfetme işinden- ama yine de Lilith dışarıya baktığında bir kıskançlık hissetti.

Kendi türünden biri vardı dışarıda, irice, uzun tüylü bir dişi. Pencere sesleri boğduğundan ne söylediğini anlayamıyordu, ama pek dostane gelmiyordu kulağa. Aynı dişiyi daha önce de görmüştü, bir şekilde bu büyük eve girmeyi başarmış, onu besleyenlere yaltaklanırcasına miyavlayarak yiyecek istemişti. Lilith’i görünce nezaketi birden kaybolmuş, tıslamaya başlamıştı. Kıskanıyordu kuşkusuz, Lilith de kıskanılmayacak gibi bir dişi de değildi hani. Yine de o dışarıdaydı, Lilith içeride.

Hüzünle kulaklarını indirerek pencere pervazından aşağı atladı. İnsanları dışarıda ne yapıyordu acaba? Ne zaman gelirlerdi? Eh, çabuk gelseler iyi olacaktı, çünkü Lilith mama kabında kayda değer bir azalma gözlemlemişti. Mama kabının biraz ilerisinde duran mama torbasını patileri yumrukladıysa da, bunun poşet hışırdamalarından başka bir getirisi olmadı. Bu insanlar nasıl beceriyordu o patileri öyle kullanmayı anlamıyordu.

Biraz daha yemek umudunu bir kenara itip gezintisine devam etti. Canı kestirmek istemiyordu. İçinde, şu insanların üzerinde uyuduğu, kendisinin de kestirmek için tercih ettiği kocaman şeyin olduğu odaya girdi (elbette Lilith odayı bu şekilde düşünmüyordu, kısaca ‘uyku odası’ adını vermişti kendi içinde odaya). Bir an duvardaki üzerinde resimler olan kâğıtları tırmalamakla, yerdeki kâğıtları yemek arasında kaldı, sonra duvardaki resimlere yöneldi.

Tam tırnaklarını germiş kâğıt yırtılmasının nefis sesiyle mırlamaya başlamıştı ki, resim gürültülü bir hışırdamayla üzerine düştü. Tabii resmin üzerine düşmesiyle Lilith’in ok gibi fırlayıp odanın diğer ucunda belirmesi bir oldu. Kalbi gümbür gümbür –ya da daha doğrusu kalbinin boyutunu göz önünde bulundurursak ‘pıtır pıtır’- atıyordu. Kendini kaptırıp resmi fazla güçlüce aşağı doğru çekmişti. Kendine başka bir eğlence bulmaya karar verdi.

Bu gün gittikçe daha da fazla canını sıkıyordu, o şey üzerine düştükten sonra iyice sinirleri gerilmişti. Ne yazık ki bu evde tek bir fare bile yoktu. Bu durma içten içe sinirlenerek evde dolanmaya başladı. Yan odaya geçti, üzerine tırmanması pek güvenli olmayan –kendisinden çok üzerine tırmandığı şeyler için güvenli olmayan- yerlerde dolanmaya başladı. Fare bile olmayan bir evde Lilith ne işe yarardı ki? Süs eşyası mıydı o? Sinirli küçük bir miyavlamayla tırmandığı yerden aşağı atlayıp birkaç küçük eşyayı da beraberinde devirdi (biraz sakar bir kedicikti Lilith).

Birden odada dolanırken bir hava akımı hissetti. Evde tüm pencereler kapalıydı, bunu biliyordu Lilith. Yine de orada… Bir açıklık… Oradaki serinlik, özgürlüğün nefis kokusu…

* * *

“Cehennemi terk etmeden önce kanatları kesiliyordu ya…” dedi dişi insan apartmanın önünde çantasından şıngırdayan metal şeyleri çıkararak. İkinci dişi başını salladı:

“Pek iştah açıcı bir sahne değildi,” dedi ilk dişi kapıyı açarken. “Özellikle-”

Bir şey hızla kapı aralığından içeri süzüldü.

“Yine şu sokak kedisi-” sözü yarıda kesildi. “Lilith!”

“Dışarı nasıl çıkmış?”

Lilith insan dişilerinin konuşmasını dinlemedi. Soluk soluğa kalmış, ıslanmış, çalı çırpıya takılmış normalde yumuşak uzun tüyleri dikilmişti, patileri çamurluydu ve ısınmaya ihtiyaçları vardı. Daha önce insanların dışarı şemsiyesiz çıktığında mutlaka yağmur yağacağına dair asılsız ve saçma iddialarını duymuş, doğru olabileceklerini hiç düşünmemişti. Yine de, ne kadar perişan görünürse görünsün, kendini hiç bu kadar canlı, bu kadar özgür hissetmemişti.

3 comments:

Saya said...

geç oldu aklına gelmesi sonunda ama neyse ki :D :D

seviom ben bu öyküyü ve tek nedeni başrolünde kendi kedim olması değil =))

Shaq said...

ama kediden başka bişi yok ki öyküde? :)

Saya said...

ya işte ne harika bi kedi di mi??!! =))